Kültür Sanat Himayesiz bırakılamaz

Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla Kültür Sanat Muhabirleri Derneği tarafından düzenlenen “Kültür Sanat Buluşmaları”nın sonuncusu Mardin’de gerçekleştirildi. Etkinliğin bu ayki konuşmacısı Türk sinemasının ünlü yapımcı ve yönetmeni Mesut Uçakan oldu. Türk sinemasının geçmişi, bugünü ve geleceğinin değerlendirildiği sohbet öncesinde tam bir tarih, kültür, medeniyet şehri olan Mardin’in güzelliklerini, ne yazık ki yakında sulara gömülecek olan Hasankeyf’i ve hayranlık uyandıran Midyat’ın özelliklerini, güzelliklerini, zenginliklerini görme imkanı bulduk.

Gördük ki;

Mardin eski ve yeni iki ayrı şehirmiş

Yenisi yüksek bina, eskisi bir nehirmiş

Eskinin sokakları ve yapısı zahirmiş

Nasıl olur demeyin anlatılmaz görülür

En az Ankara, İstanbul, Paris, Londra, Brüksel kadar güvenli bir şehir olan Mardin’i ‘görülmesi gereken şehirler’ listesinin başlarına yazıp etkinliğe dönecek olursak; Kültür Sanat Muhabirleri Derneği Başkanı İbrahim Gökdemir’in açış konuşmasının ardından AK Parti Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan’ın değerlendirmeleri geldi. Sonra sohbette, Mesut Uçakan’ın Türk sinemasının efsaneleri arasına girmesini sağlayan zorlu sürece kendi sözleriyle şahit olduk.

Dönem, ‘İslamcı’ olarak anılan gençlerin sinemada esamisinin okunmadığı dönemdir. Kırıkkale’de İmam Hatip okurken sinemaya sevdalanan, daha o yıllarda birkaç senaryo çalışması yapan, bu arada şiir ve romana ilgisi kabaran bir gençken üniversite tahsili için İstanbul’a giden Mesut Uçakan, kendi deyimiyle, “cilve-î Rabbânî” yolunu Milli Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü’ne düşürür…

O dönemin MTTB’si, Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in varlığı ve ağırlığıyla tam bir cazibe merkezidir.

Pek çok ünlü siyasetçinin, kültür-sanat insanının yetiştiği mümbit bir iklime sahip MTTB, Mesut Uçakan’a önemli kapılar açar. Türk sinemasının bir döneme damgasını vurmuş isimlerinden merhum Yücel Çakmaklı, bu vesileyle gönül kapısından girdiği kıymetlerden biridir.

Sinemaya olan ilgisi kısa sürede bu alandaki önemli faaliyetlerin içine çeker onu. İnanç ve değerlerini sinema yoluyla topluma anlatma ve aktarma ideali kısa süre içinde Mesut Uçakan’ı film setlerine savurur. İlk filmini çektiğimde üniversite son sınıfta olan Uçakan, böylece Türk sinemasına yeni bir soluk, kendisine de büyük şöhret getiren süreci adımlamaya başlar…

GEREKEN KİŞİ VE KURUMLAR…

Dinlediklerimden anladıklarım, sinema serüveni hiç de kolay olmamış. Ancak o da yılmamış, önüne çıkan engelleri aşa aşa, bıkıp-usanmadan devam etmiş yoluna.

“Tarihimizi doğru anlatacak filmler yapmak istiyorsak bunun için sermaye sahipleri ve kurumlar oluşması lazım” diyen Uçakan, bu kişi ve kurumların yokluğuna rağmen bir bir gerçekleştirmiş ideallerini.

Filmleriyle, imgeler ve sembolleriyle dini bakımdan olumsuz bir ortam oluşturan Türk sinemasının bu yanını törpüleyen Mesut Uçakan, ‘Öç’ filmiyle, hem de 12 Eylül 1980 darbesinin oluşturduğu baskı ortamında bir ‘siyasi hesaplaşma’ filmini vizyona sokabilmiştir…

Dönem filmleri ve dizileriyle kalıcı eserlere imza atan ünlü yönetmen, dünya görüşüne, toplumsal değerlere dönük ve kimi yanlışları sorgulayıcı olmuştur.

TÜRK SİNEMASI VE DÜNYA…

Yaptığınız iş dünyaya hitap etmiyorsa, hele hele işiniz sinemaysa yaya kaldınız demektir. Bu konuya da çok kafa yoran Mesut Uçakan, senede 10-15 filmin zor çekildiği dönemlerin geride kaldığını, bugün 100’ü aşkın yerli film çekilebildiğini söyledi.

Halkın yerli filme ilgisinin büyük olmasını ‘iyi’ olarak değerlendirse de, konunun arka planına da dikkat çekti. Çünkü:

“Harcamalarını kazanca dönüştürmeyi başaran film sayısı çok az. Çoğu zarar ediyor. Bu nereye kadar gider, belli değil. Sektörün çok iyi bir yerde olduğunu söyleyebilmek için uluslararası dağıtım ağını kurmamız gerek. Bu hâlâ yok. Bu, öyle kolay oluşan bir şey de değil. Hollywood etkisini kırmak gerekir. Ki, bu Amerika’yı yenmek gibi bir şeydir. TV sektörü özellikle Orta Doğu ülkelerinde çoğu yerli dizilerle bu çerçeveyi biraz yırttı gibi, ancak, sinema sektörü çok yetersiz.”

Yine de, ticari sektör olarak değil ama sinema dili ve festival sektörü alanında iyi bir yerde olduğumuzu söyleyen Uçakan’a göre, Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu başta olmak üzere bağımsız bazı sinemacılar sinemamızın önünü açtı…

FİLMLERİMLE DUA DA KAZANDIM…

Yaptığı filmlerden bazılarının kendisine çok dua aldırdığını söyleyen ünlü sinema insanı, “Ben film yaptığım zaman işin dua tarafına çok önem veriyorum. Konuşma yaptığım zaman da ‘Ben buraya bedavaya gelmedim, ben dua istiyorum’ diyorum” sözleriyle, yaptığı işlerin karşılığını sadece para olarak değil dua olarak almasının önemine vurgu yaptı.

Mesut Uçakan’ın sohbette dile getirdiği hususlar özetle şöyle:

MUTLAKA İZLENMESİ GEREKEN FİLMLER

Reis Bey filmini mutlaka izlemenizi isterim. Atıf Hoca’yı (İskilipli Atıf Hoca / Kelebekler Sonsuza Uçar, 1993) izlemenizi isterim. Bunlar büyük ödüller almış kült filmler. Belki hatırlarsınız 1990’da Yalnız Değilsin filmini çektik. Arkasından devamı olan Sonsuza Yürümek filmini çektik. İlk ve son defa bir başörtüsü dramı vardı. Başörtüsü sembol olarak hep ülkedeki İslami hareketler dövülürdü. Şu iktidarın altında en çok genç kızlarımızın gözyaşları var. Biz bunları anlattık.

BASKILAR, YASAKLAR DÖNEMİYDİ…

Filmi çektiğimizde iktidarda da merhum Turgut Özal vardı. Bu iktidar ile filmi çektik ancak siyasi ortamı, kıskacı, 1980 sonrası daralan fikir ortamını tahmin edersiniz. Nitekim film Kültür Bakanlığı tarafından yasaklandı. Onlar yasakladılar ama film medyada öyle bir çalkalandı ki, medyanın ana gündemi bu filmdi. Cumhuriyet gazetesi üst üste iki manşet attı. Gala yapacağız iki gün sonra ama film yasaklandı. Filmin yasaklanmasına Üst Kurul karar veriyordu. Kurul da Genel Kurmay Başkanlığı Temsilcisi, İçişleri Bakanlığı Temsilcisi, Emniyet Genel Müdürlüğü Temsilcisi gibi isimlerden oluşuyor. 3 günde cevap vermezseniz Türk Yazarlar Birliği ile birlikte protesto edeceğiz dedik. Hafta sonu olmasına rağmen kurul toplandı ve iki günde filmin gösterilmesi kararı çıktı.

1987 yılında televizyon tarihinde ilk defa ciddi bilim kurgu çalışması olan Kavanozdaki Adam diye bir dizi çektik. Kenan Evren, protesto ediyorum bunu, organ nakline karşı bir filim bu dedi. Hâlbuki Çetin Baydar, ‘Bu film Türkiye’deki beyin naklini anlatıyor’ dedi. O da çok sükse yaptı. Tek kanal vardı, TRT. O diziyi hatırlarsınız. Birçok çalışmamız oldu ancak en çok hatırlananları bunlar.

KİTAP ÇALIŞMALARIM DA VAR…

Kitap çalışmalarımız da var. Ben sinemaya Milli Türk Talebe Birliği serenat bölümünde başladım, sinema yazarlığı olarak götürdüm ve 23 yaşımda yazdığım Türk Sinemasında İdeoloji adlı kitap hala ders kitabı olarak okutuluyor. O konuda hala hiçbir araştırmacı araştırma yapamadı çünkü ciddi dip notlara dayalı bir kitaptı.

Şiir tarafımız da var. Kendime şair demek için bin tane şahit arıyorum ama şiirle başladık işe. Hocamızın biri ‘Senin şiir kitabını bastıracağım’ dedi ancak ben ‘Hayır hocam ben bastırmayacağım. Çünkü ilerde o kadar büyük bir şair olacağım ki bu yazdıklarımdan utanacağım’ dedim.

Kalemle oluyor da kamera ile de şiir yazabiliriz. Bu nedenle filmlerimizde çoğu kez o şiirsel anlatımı kimi zaman bütün olarak kimi zaman sahnelerimizde yakalamaya çalıştık. Film ayrı bir format ancak şiirin ritmi bütün sanatlarda kendini gösterir.

5 PARAM YOKKEN MÜJDE AR İLE FİLM ÇEKTİM

Ben ilk filmimi 24 yaşımda üniversite öğrencisiyken çektim. Üstelik o dönemin ultra starı Müjde Ar ile beş param yokken çektim. Şimdi cep telefonu ile çekiyorlar. O zaman öyle değildi. Bir olayı resme dönüştürebilmemiz için negatif film almanız lazım. 4 buçuk dakikalık bir kutusu var, 300 dolar. Yetmez, çektiğinizi yıkatmanız lazım. 200-300 dolar da oradan. Bu da yetmez seyretmek için bastırmanız lazım. 300 dolar da oradan masraf. Yani en az 40 kutu ile çalışmanız lazım. O da hiç tekrar etmemeniz kaydıyla. Yani hata yapmamanız lazım. Biz 40 kutu ile çekerken Avrupalı 4 bin kutu ile çekiyordu filmini.

İkinci filmim de Cüneyt Arkın ileydi. 40 küsur yıl oldu yönetmen olarak, senarist olarak, yapımcı olarak. Ama gönülden olanlar çok daha önemli benim için. Hiçbir zaman aman şu festivalden şu ödülü alalım diye kendi insanımızın hallerini çarpıtmaya çalışmadık.

BAŞARI VE KALİTE İÇİN HİMAYE GEREKİR

Kültür ve sanat himaye ister. Himayesiz bırakırsanız bu milletin sırtından geçinmek için ortaya Recep İvedik’ler çıkar, Düğün Dernek’ler çıkar. Millet ona geliyor. Ama siz değerleri savunup yatırımlar yapmazsanız, yatırımlar sadece asfaltlara olursa, ruhlar boş kaldığı zaman fuhşun, esrarın ve cinayetler ile intiharların ne kadar arttığını görürsünüz.

SAĞCI İLE SOLCUNUN DÖNEMSEL FARKI

Mesut Uçakan, “Geçmiş zamanlarda işlediğiniz filmlerde sağcı ve solcu ayrımı var. İşlediğiniz filmler ile şimdiki sağcı ve solcu ideoloji arasında fark var mı?” şeklindeki bir soruyu cevaplarken de şunları söyledi:

Sevda Kuşun Kanadında’da yaptık bunu. O dönemde gençler hakikaten ciddi idealisttiler. Vatanı kurtarma derdindeydiler. Tartışırlardı, kelimeleri, kavramları ve sosyalizmi tartışırlardı. Bunun sinemaya ve kültüre nasıl yansıyacağını tartışırlardı. Şimdi en büyük solcular sistemin en büyük burjuvaları. Bizde de böyleydi. Kurucu nesildi çünkü. Biz de gençliğimizde İslam sosyalizmini, sinemayı, tiyatroyu tartışırdık. Bir dergi çıkarmak bir okul kurmaktı amacımız ve her biri bir ocaktı. Ama şimdi her şey o kadar para oldu ki.

DERGİ HATIRALARIM CANLANDI…

Mesut Uçakan, ‘o dönemde her dergi bir okuldu’ deyince, bir ara çıkarmak için büyük gayret gösterdiğimiz ve ‘siyasi rekabet’ yüzünden başaramadığımız sinema dergisinin öyküsünü anlattım. Ayrıca, Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Fakültesi’ndeki hocalarımızın da aralarında bulunduğu isimlerin çıkardığı Doğuş dergisinin arşivimden bulduğumda cep telefonu ile çektiğim fotoğrafı geldi aklıma. Fotoğrafı bularak, Derginin Şubat 1983 tarihli sayısında yer alan ve aralarında dönemin çok önemli kültür-sanat insanı bulunan yazarlarını okudum. Uçakan, bu ve benzeri dergilerin o dönemde çok değerli isimlerin buluşma yeri olduğunu söyledi.

SONUÇ

AK Parti Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü Daire Başkanlarından Sanem Arıkan, Mardin İl Kültür ve Turizm Müdürü Alaaddin Aydın ve şehirden çok sayıda isim ile Ankara’dan giden gazeteciler ve diğer katılımcıların hazır bulunduğu sohbet ortamını anlatmamı isterseniz; Mardin Ovasının bereketli topraklarını gören sanat eseri bir kadim yapıda, tepemizde durmaksızın uçuşan Ebabil kuşları eşliğinde bir büyük sinema ustasıyla birlikteydik…

Hülasa;

Ebabil kuşları çok, ortam ise dingindi

Mardin Ovası uçsuz bucaksızdı engindi

Mesut Uçakan ile sohbetimiz zengindi

Güzel şeyler anlattı faydalandık sağ olsun

Muhabir: Dursun ERKILIÇ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.